Rum Çeteleri (Eşkiyalar)
Ülkenin muhtelif bölgelerinde yaşayan yerli Rumlar, XX. Yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı Devleti’ne karşı olan düşmanca tavırlarını çeşitli şekillerde ortaya koymuşlardı. Yerli Rumların bu tavrı 1. Dünya Savaşı sırasında ve daha sonraki dönemlerde de devam etmişti. Bilhassa Batı Anadolu bölgesinde yaşayan yerli Rumlar, Kuvayi Milliye Döneminde, Yunanlıların bölgeyi işgal etmelerine zemin hazırlamak için, sürekli olarak asayiş olaylarının ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır. Bu arada Osmanlı Devlet tarafından, son zamanlarda Yunan ordusu tarafından tahliye edilmekte olan İzmir mülhakatında, daimi surette asayişi tehdit etmek ve Yunan iddialarına zemin hazırlamak için teşkilat vücuda getirmek üzere İstanbul’da bulunan gizli bir komisyonun sevk ve idaresi altında birkaç gün evvel Romanya vapuru ile 130 çete reisinin İzmir’e sevk olunduğu ve bu teşkilatın hedefinin, asayişi ihlal ederek siyasi menfaat temin etmek olduğu istihbar edilmiştir. Bu konu hakkında Dahiliye Nezareti tarafından 12 Haziran 1919 tarihinde Manisa, Aydın, Karesi ve Denizli mutasarrıflıklarına bilgi verilmiş ve konu hakkında gerekli işlemin yapılması istenmiştir.
Bunun yanında Yunanlıların işgal sahalarını genişletebilmeleri için Denizli ve Sarayköy Kazasında bulunan yerli Rumlar faaliyet gösteriyorlardı. Yunanlıların ilerlemelerini mazur göstermek için halk arasında sebepsiz yere korku ve heyecan yaratıcı hadiseler tertip ediyorlardı. Bunlar Nazilli ve Aydın yönüne doğru göç yapılmasını istiyorlardı. 1919 yılının haziran ayının ilk günlerinde de Denizli ve Sarayköy’de ve her ikisi de kasaba haricinde olmak üzere iki cinayet tertip etmişlerdi. Denizli’de meydana gelen olay, aynı mahalde bulunan iki Ermeni’nin katledilmesi meselesidir. Maktullerden birisi ölmeden önce kendilerini bir jandarmanın katlettiğini iddia etmiştir. Ancak icra edilen tahkikat neticesinde bu olayın tertip edilmiş bir hadise olduğu anlaşılmıştır. Çünkü olay mahallinde bulunan fişekler Alman fişekleri, maktulün yarası da Alman süngüsü yarası idi. Jandarmalarda ise Alman tüfeği ve süngüsü olmadığı gibi, tarif edilen şahıs da jandarma arasında bulunmuyordu. Ayrıca maktuller sosyal konumları itibari ile ne paralarını almak, ne de intikam amacı ile hayatlarına kastedilecek insanlar değillerdi. Bu arada bir koyun sahibi; birkaç arkadaşı ile birlikte asker elbisesi giyerek ve silahlı olarak, ileride gelecek olan Yunanlılara ikram etmek için kendisinden koyun satın alan bir Rum’un eşkal-ini güvenlik güçlerine vermişti. Yapılan tahkikat neticesinde tarif edilen eşkalin sabıkalı güruhundan olan Serkas isimli bir Rum’a ait olduğu ortaya çıkmış ve cinayetin Şerkas tarafından gerçekleştirildiği anlaşılmıştır. Sarayköy kurbanları da iki bahçıvandan ibarettir. Bu iki bahçıvan da ne hırsızlık, ne de menfaat hissini tahrik edemeyecek yapıda şahıslar-dandı. Bunlarda Rumlar tarafından asayişin bozuk olduğunu göstermek amacı ile öldürülmüşlerdi.
Bu olaylarla ilgili olarak, Denizli Mutasarrıflığı tarafından 13/14 Haziran 1919 tarihinde Dahiliye Nezareti’ne gönderilen şifre telgrafta şu ifadeler yer almıştır; “Ancak malum ahval sebebi ile jandarmaya arız olan zaaf fail ve müretteplerinin derdestine imkan bırakmamıştır. Bu cinayetlerin ne maksatla ika olduğu lazım gelenlere ihtar edildiği gibi, Rumların velveleleri üzerine bera-i tahkik evvelsi gün Saray köye gelip bir İngiliz miralayı ile Aydın kontrol zabitanı da teşrih ve bunlarla beraber diğer birçok e-kazibin mahiyeti tavzih eylemiş ve kendileri de Rumların pek yalancı ve irtikap ettikleri cinayetin son derece gayri insani olduğunu tasdik ve itiraf etmişlerdir. İstihbaratı mevsu kaya nazaran buradan giden Rumlar, Nazilli, Aydın ve İzmir’de aleyhimizde birçok propagandalar yaptıkları gibi, buradan Yirmi Bedel Oğlu Petraki ve Papa ile diğer birkaç refikasının da bu havalinin Yunanlılara verilmesini temine çalışmak için murahhas olarak Parise gittikleri anlaşılmıştır. Ahali-i İslamiye’den kendilerine taraftar bulmak ve bazı tahriri vesikalar istihsal etmek için birçok paralar sarf ve tevzi olunduğu da müstehberatı mevsuka cümlesindendir. Bu mühim ahval karşısında memurinin azimkarane çalışması hükumetinde fedakarlığı diriğ etmeyerek bilhassa jandarma ve polis kuvvetlerini tezyid ve bunları ikdar eylemesi lazımdır. İnzibatın noksanı ve memurinin zaafı Maâz-Allah na-kabil telafi zararlar tevlit edeceğinden bu husus için bir kararı acil ittihazası ve livanın vesaiti kafîye ve salâhiyeti vasia ile teçhizi kemal-i ehemmiyetle maruzdur.”
9 Şubat 1920 gecesi Denizlinin merkez takımına ait Kahve önü Karakolu jandarma personelinden piyade neferi Honazlı Hasan oğlu Hilmi ile Gerzil ili İbrahim oğlu Halil İbrahim devriyede idiler. Bu sırada tesadüf ettikleri yedi sekiz Rum gencine hüviyetlerini tahkik için durmalarını ihtar etmişlerdir. Bunun üzerine adı geçen Rum gençlerinden Berber Yanko ile aslen Honazlı olup halen Denizli’de ikamet eden Bahçıvan Memici, jandarma Hilmi’ye hücum ederek, sol memesinin dört parmak aşağısından bıçakla yaralamıştır. Saldırganları tevkif için jandarmaların silah kullanmasına rağmen, tek ateşle muaddel martin tüfeğinin yedi fişeğinin ancak birisinin kapsülünün ateş alması neticesinde saldırganlar firara muvaffak olmuşlardır. Ancak yapılan takip sonunda her ikisi de yakalanarak, tahkikat evrakıyla beraber adliyeye teslim edilmişlerdir. Bu konuda Jandarma Alay Kumandanlığı tarafından verilen bilgi, Aydın Vilayeti tarafından 24 Şubat 1920 tarihinde Dâhiliye Nezareti’ne bildirilmiştir.
Sonuç: XX. yüzyılın ilk yıllarında Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu siyasi ve askeri meseleler, memleketin muhtelif yerlerinde asayiş olaylarının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu dönemde Aydın Vilayeti’ne bağlı bir sancak olan Denizli’de de, çeşitli asayiş olayları meydana gelmiştir. Denizli’de meydana gelen asayiş olayları arasında cinayet, hırsızlık, darp, silah teşhiri, fiil-i şen-i, izale-i bikr, kız kaçırmak, soygun ve sair gibi unsurlar bulunmaktadır. Denizli Sancağında asayiş olaylarının doğmasına sebep olan unsurların başında ise eşkıyalar, asker firarileri, hapishane firarileri ve yerli Rumlar gelmektedir. Ancak I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti ile İtilaf Devleti arasında imzalanan Mondros Antlaşmasından sonra, merkezi yönetim ile yerel yönetimler tarafından işgallere zemin hazırlanmasını önlemek için, yerli halk ile azınlıkların birbirine düşmemesine ve mahalli asayişin bozulmamasına azami gayret gösterilmiştir. Sürekli olarak mahalli asayişin bozulmaması konusunda yerel yönetimler ile merkezi yönetim arasında görüş alışverişinde bulunulmuştur. Denizli Mutasarrıflığı ile Dahiliye Nezareti arasında da, mahalli asayişin bozulmasının önlenmesi konusunda çok sayıda bilgi akışı olmuştur.
Ancak Rum azınlığın Batı Anadolu Bölgesinde, Yunan işgaline zemin hazırlamak üzere, asayişi bozucu hareketlere girişmesi, bölgenin diğer şehirlerinde olduğu gibi Denizli Sancağında da asayiş olaylarının artmasına sebep olmuştur.
Asayiş olaylarının önlenmesi için, Denizli Sancağında yeterli güvenlik gücünün olmaması karşısında, Denizli Mutasarrıflığı tarafından, merkezi yönetimden güvenlik güçlerinin sayısını arttırmaya yönelik taleplerde bulunulmuştur. Denizli Mutasarrıflığının bu talepleri, içinde bulunulan şartlar gereği, merkezi yönetim tarafından fazla dikkate alınmamış ve yerine getirilmemiştir. Denizli Mutasarrıflığının taleplerinin, merkezi yönetim tarafından yerine getirilmemesi, bölgede devlet otoritesinin zaafa uğramasına sebep olmuştur. Böylece Denizli halkı, 1. Dünya Savaşı sırasında ve Kuvayi Milliye Döneminin ilk aylarında, asayiş olaylarının sebep olduğu maddi ve manevi sıkıntıyı derinden hissetmiştir.
Egede olduğu kadar Marmara ve Karadeniz başta olmak üzere yurdun çeşitli bölgelerinde benzer faaliyetlerde bulunmuş Osmanlıyı çökertmek için her yolu denemiştir. Bunun en açık örneği Nebiyan mıntıkasındaki altı Türk köyünden birisi olan yüz elli haneli Çağşur Köyü’nü basan Rumlar çocuk, ihtiyar demeden 367 Türk’ü öldürüp; tek ev kalmamak üzere bütün köyü yaktılar. diğer köylerin artık tarlalarına gidemez olduğu arşivler arasında yer almaktadır.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Yorum Yaz